18 Aralık 2011 Pazar

Tutunamayanlar...

Murat'a ithafen...


   Hayatımda hiçbir kitabı yarım bırakmadım ben. Kitaba olan saygımdan dolayı her zaman kitabı değil kendimi zorladım birlikteliğimiz konusunda. Ama bugüne kadar okuduğum kitaplar arasında beni bu ayrılığa en çok zorlayan, tüm bu kasıtlı zorlamalara rağmen terk etmediğim ve sonunda ise iyi ki seni bırakmadım dediğim kitap: Tutunamayanlar...
   Tutunamayanlar Oğuz Atay'ın en büyük eseri. Mübalağa değil hem içerik hem de madde açısından gerçekten büyük bir eser. Tam 725 sayfa. Bunun yanında kitabın sonunda baş karakterin yazdığı mektup dahil 20 bölüm. Bu yirmi bölüm birbirinden fazlaca kopuk ve kitap parçalı düzende, aslında bu da size bir yandan okuma kolaylığı sağlarken diğer yandan zaman zaman kitaptan kopmanıza neden olabiliyor. Ayrıca baştan uyarmakta fayda var: ben Oğuz Atay'ın Selim'in otobiyografisini yazdığı bölümü uzun tutarak okuyucuyu -Selim'in hayattan soğuması gibi- özellikle kitaptan soğutmaya çalıştığını ve sadece yeterince çabalayanların muvaffakıyete ermesini istediğini hissediyorum. Çünkü gerçekten de bazı bölümler insanın kitaba tutunamama sebebi olabiliyor. Bu konuda Berna Moran,  Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış-2 adlı eserinde şunları söyler: Tutunamayanlar, ; modernist roman kurgusu ile okuru okuduğu metinle aynılaşmaktan uzaklaştıran, okurun donanımlı olmasını talep eden, bir romandır. Romanın realist çizgiyi izleyen romanlarda karşılaşılan biyografiye, kronolojik zamanlı olaya dayalı roman tekniğinin haricinde duran çok katmanlı, zamanı ve olayı belirsizleştiren kurgusu, dikkat edilmediği takdirde okur için tuzaklarla doludur.
   Öte yandan kitabın bir bölümü var ki ,Selim'in sevgilisi Günseli'nin Turgut'a Selim'i anlattığı 15. bölüm, bölümün başından sonuna kadar hiç bir noktalama işareti bulunmamaktadır. Bu bölüm belki Turgut'un hızlıca kaleme aldığını göstermek için, belki bu bölümü diğerlerinden farklı kılmak için böyle yazıldı bilemiyorum. Ancak bu romanın klasik Türk edebiyatından moderne ve hatta post moderne geçişinde en büyük katkılardan birini sunduğu bence muhakkak. 
   Dili ve genel yapısından sonra kitabın konusuna bakacak olur isek; kitap hayattaki rolünü bulamayan, varlığının anlamını çözemeyen Selim Işık'ın şüpheli intiharından sonra bu intiharı anlamak için Selim Işık'ın iç dünyasına yolculuğa çıkan arkadaşı Turgut Özben'in macerasını anlatmaktadır. Turgut, intiharın sebebini bulmak adına Selim'in arkadaşları ile konuşur, hiç tanıştırılmadığı kız arkadaşını bulur ve yazılarını edinir. Selim tarafından yazılan metinlerin bir kısmından çeşitli güldürü ögeleri kullanılmak ile birlikte , Turgut'un en son ele geçirdiği Selim'in günlüğünde ise tamamen karamsarlık, ölüm korkusu ve umutsuzluk vardır. Roman aslında Turgut'un bu metinlere ulaşma çabasını anlatırken, diğer bir katmanda ise Selim Işık'ın yazdığı yazılar üzerinden onun hayatını ve aslında tutunamayışını ele alır. Turgut da okuduğu metinler karşında karısı, çocukları, evi, arabası, amerikan tarzı yaşantısı, pazar sabahları pijaması ile geç saatlere kadar sürdürdüğü kahvaltısının kendini yansıtmadığını, kendi hayatı olmadığı kanısına vararak bir kimlik bölünmesi yaşar. Ve içindeki ses doğar: Olric. Kitabın sonunda intihar aydınlandığında, Selim'in günlüğü bittiğinde Turgut da her şeyi ardında bırakarak, Olric'le uzun bir yolculuğa çıkar. Bu aslında onun kendini arayışının yolculuğudur ve büyük ihtimalle hiçbir zaman sona ermeyecektir.
   Roman aynı zamanda Türk aydınına da hicveder. Türk aydını tutunamayandır aslında. Türk aydınının küçük burjuva yaşayışı ve bu burjuvalıkta- Turgut'un evinde örneğin- buram buram kokan özentilik kitabın özellikle tekrar tekrar hicvettiği bir olgudur. Ayrıca - benim görebildiğim kadarıyla - Turgut'un işi gereği gittiği Ankara'da bir devlet dairesi üzerine düşüncelerinin yazıldığı bölüm de Oğuz Atay'ın devlet düzenine hicvetmesidir. Devlet düzeninin eleştirilmesinde veyahut bir devlet dairesi anlatımında Kafkavari bir tarzı vardır Atay'ın. Tek Kafka vurgusu burada da değildir. Kitabın ikinci bölümünden itibaren Kafka adını daha sık görürüz. Hatta bir ara Selim Kafka'nın dedikodusunu bile yapar: iktidarsız olduğunu söyler Kafka'nın. O da geçen gün çamaşırcı kadından duymuştur.
   Kafka'nın adının en sık geçtiği yer ise muhakkak Selim'in günlüğüdür. Artık selim intihara yakındır ve Kafka okuyamaz. Çünkü "dönüşüm" de Gregor Samsa böcek olmuştur. Hayattan tecrit edilmiştir. Selim'de kendini onunla özdeşleştirir, sokağa çıkamaz, sokağa çıktığında herkesin ona baktığını alay konusu olduğunu sanır. Konuştuğu insanları algılamakta zorlanır, onlara cevap vermez çoğu zaman, sadece geçiştirir. Kendi de bu durumu şöyle yorumlar: insan Kafka okuyamazsa bitiktir işi...Ölümün peşinde olduğunun farkındadır Selim, ölmek düşüncesi kovalamaktadır onu...
   Ve belki de beklenen son... Yüksek Mühendis Turgut Özben evini terkeder. Arkasında bir mektup bırakır ve okuduğumuz bütün bu notları kitaplaştırılması için... O da bir tutunamayandır artık.
   Muhakkak her insan bu kitap bittiğinde farkına varır kendisinin de bir "disconnectus erectus" olduğunun... Anlaşılmakta, anlamakta ve çoğu zaman hayatı devam ettirmekte zorlandığının... Ama kaçımız bunu kendimize yüksek sesle itiraf edebiliyoruz? İşte cevaplanması gereken asıl soru budur...