Maalesef
ki "bestseller" diye tabir edilen çok satanlar köşesindeki kitaplara
karşı bir soğukluk var içimde. Sanki bir yarış varmış kitaplar arasında da, ipi
bestseller’lar göğüslemiş. Diğerleri öksüz kalmış gibi boyun bükmüş,
tozlanmışlar köşelerinde. Dolayısıyla ben de çok satanlar köşesine baksam dahi,
oradan kitap almamaya çalışırım. Ancak bu sefer başaramadım. Daha doğrusu,
arkadaşımdan ödünç aldığım kitap bu aralar çok moda olmasına rağmen, ben de
okudum. Evet, şu an suçluluk duyuyorum, hem kendi kurallarıma hem de
kitaplarıma ihanet etmişim gibi hissediyorum.
Anlatacağım
kitap, yani Puslu Kıtalar Atlası, çok revaçta olmasına karşın benim okumakta
çok geç kaldığım bir kitap. İlk baskısını 1995'te yapmış ve yıllar içinde 43.
baskısına ulaşmış. Ben de bu son baskısını okudum. Kitap yıllar içinde
popülerliğini artırmış ve şu anda kitabın da, kitabın yazarının da büyük bir
hayran kitlesi var. Yazarı, İhsan Oktay Anar. Ege Üniversitesi Felsefe
Bölümü'nde öğretim üyesi. Dolayısıyla kitabın içinde gördüğümüz felsefi öğeler
yazarın uzmanlık alanını bildikten sonra fazlasıyla anlam kazanıyor. Ancak
bunun yanında kitaptaki tarihi öğeler ve kitabın başarılı dili yazarın tarihe
ve edebiyata da gönül verdiğinin kanıtı. Bunun bir diğer kanıtı da yazarın
hayat hikayesinde gizli: İhsan Bey öylesine bir kitap severmiş ki, kitap okumak
adına lisede okuldan şehir kütüphanesine kaçarmış ve sonunda devamsızlıkları
yüzünden okuldan atılmış. Ardından akşam lisesine devam etmiş ve ÖSS’yi
kazandığında daha çok okuma alanı ve zamanı sağlayacağı için felsefe bölümünü
tercih etmiş.
Kitap hakkında yazmadan önce bir çok yoruma
baktım ve söylemeliyim ki; hepsi de çok iyi yorumlardı. Ancak ben kitabı her ne
kadar bir gecede bitirsem de, bu muhteşemliği yakalayamadım başkaları gibi.
Herkesten farklı düşünmek bu noktada can sıkıcı. İnsan kendini sorguluyor ister
istemez, bende mi bir sorun var diye?Belki de, bilemiyorum. Evet ben de beğendim
kitabı ancak, ben kitabı okurken aklıma hep Binbirgece Masalları geldi.
Kitaptaki olağanüstülükler, anlatıdaki o masalsı ve büyülü dil bana Binbirgece
Masallarını anımsattı. Belki bu benzerliği yakalamamın sebebi, ikisinin de
doğunun o mistik havasını yansıtmasıdır. Bu konuda daha derin bir şeyler söyleyebilmek
ancak birkaç yıl önce okuduğum Binbirgece Seçkisini ve Puslu Kıtalar Atlası’nı
tekrarlarsam mümkün olabilir…
Kitabın masalsılığı bende öykünme hissi
uyandırsa dahi; kitabın çok yönlülüğü açısından takdir etmemek imkansız. Puslu
Kıtalar Atlası bünyesinde edebiyat,tarih, coğrafya ve felsefeyi bir araya
getiriyor. Kitap sizi apayrı bir dünyaya götürürken, o dünyaya felsefe ile
tutunmanızı sağlıyor. Nasıl mı ? Uzun İhsan Efendi (kitabın ana karakteri) düşünen bir adamı düşünür.Ardından gelen
düşünceler silsilesi ise şöyledir: Düşündüğümü bildiğim için, ben varım.
Düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da var olduğunu biliyorum.
Böylece o da benim kadar gerçek oluyor. Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni
düşlediğini düşlüyorum. Öyleyse gerçek olan biri beni düşlüyor...O gerçek ,ben
ise bir düş oluyorum.
Rendekâr’ın ( hani şu bildiğimiz René Descartes) “düşünüyorum öyleyse varım”
sözü böylece “düşlüyorum öyleyse varım” formunu alır. Tam bu noktada okurken ve
bir yandan o dünyayı düşlerken biz de hikayeye dahil oluruz. Başka bir
gerçeklikte buluruz kendimizi, başka bir formla, kimse bizi görmez iken Uzun
İhsan Efendi ile İstanbul’un en belalı sokaklarında dolaşırız, onun kör
olmasına rağmen her şeyi görmesini sağlayan,etrafındakileri ona fısıldayan
bizizdir belki de. Bünyamin’e mezardan nasıl çıkacağını anlatan ses oluruz bir
ara. Yazarın anlatımındaki tüm çaba bunun içindir belki de, okuru apayrı bir
dünyada yeniden var etmek, ya da okurun kendini var etmesini sağlamak…
Kitabın konusuna çok değinemediğimin farkındayım.
Bunu pek becerebileceğimi de sanmıyorum. Bunun yerine kitabın Fransızca baskısının
arka kapak yazısını yayınlamak ile yetiniyorum : “17. yüzyılda Konstantiniye’de yaşayan, düş gücü zengin bir
ihtiyar, kendini kuşatan dünyayı düşler. Kendi iç dünyasına doğru yolculuklara
çıkan bu haritacı, düşlerinde gerçekliği arar ve düşlerinden devşirdiklerini
Puslu Kıtalar Atlası adlı bir kitaba döker ve kitabını, savaşa gitmek üzere
olan oğluna emanet eder. İhtiyarın oğlu, tuhaf bir siyah sikke bulduktan sonra
inanılmaz bir serüvene sürüklenecek ve sonunda Puslu Kıtalar Atlası’nı okumaya
başladığında, başından geçenlerin tümünün bu kitapta anlatılmış olduğunu
görecektir…”
Velhasıl-ı kelam sizi mutlu edecek bir kitaptır
Puslu Kıtalar Atlası. Ben de onunla güzel zaman geçirdiğimi söyleyebilirim.
Ancak okuduğum bir çok iyi yoruma karşın, herkesin dediği gibi bir baş yapıt
diyemiyorum. Bunun nedenini yeterince iyi anlatamamış olabilirim, hatta kendim
bile bunun nedenini yeterince bilemiyor olabilirim. Bitirirken tek
diyebileceğim Allah’tan ki zevkler ve renkler tartışılmıyor.
Bir sonraki kitapta anlatmak ve okunmak üzere…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder