20 Ocak 2013 Pazar

Satranç - Stefan Zweig

2013 yılında, sınavlarımın ve bitirme tezimin ardından, nefes aldığımı yeniden hissettiğim şu günlerde, beni bekleyen kitaplarımla da nihayet birer birer kavuşuyoruz. İlk sıralarda yer alanlardan biri de Satranç oldu. Kitabı birkaç ay önce, ders çalışmaktan sıkılırken, acaba birkaç ay sonra ne okusam gibi bir merakla, sitelerde önerilen kitapları tararken buldum.

Stefan Zweig'in yazdığı son kitap olan Satranç, 1942'de Buenos Aires'te yayınlanmış. Zira Avusturyalı olan yazar, 2. Dünya Savaşı yıllarında, karısıyla birlikte, Buenos Aires'e sürülmüş. Bu sürgün yeri, Zweig'in son durağı çünkü Zweig, kitabının basıldığı yıl, karısıyla birlikte intihar etmiş. Aydınlanmanın beşiği olan Avrupa'nın içine düştüğü 2. Dünya Savaşı'na, daha fazla dayanamamış Zweig... 1918'de kaleme aldığı mektubunda dile getirdiği "Benim gibi insanları yok edecekler, yaşamak için birazcık bile hava bırakmayacaklar. Peki nereye kaçmalı?" sorusunun cevabını, intiharda bulmuş. Zweig'in son kitabı olan Satranç'ı da, dünyanın içine düştüğü bunalım karşısında, yazarın girdiği bunalımı göz önünde bulundurarak okumak gerektiğine inanıyorum. Kitap, bir deniz yolculuğu sırasında gemide bulunan dünya satranç şampiyonu Czentovic ve bir grup satranç sever adam arasında geçiyor. Ki bu adamlardan biri de öykünün esas kahramanlarından Dr. B. Bir gemide, kısa bir zaman diliminde geçen bu uzun öykünün, bilinçte geriye dönüşler yaparak uzatıldığını söylersek yanlış olmaz. Ancak kitabın en açık ve eleştirel kısmı da bu geriye dönüştedir. Dr. B'nin geçmişine yapılan bu yolculuk, onun, Almanya'nın, Avusturya'yı işgali esnasında gözaltına alınışını, satranca olan derin sevgi ve nefretinin de sebeplerini ortaya koyar.

Kitap, satranç tutkusunu anlatır gibi görünmekle birlikte, ben, yazarın, öyküdeki öğelere farklı anlamlar yüklediği düşüncesindeyim. Kitaba bu şekilde bakıldığında, daha da anlamlı hale geliyor.Öncelikle, öyküde, insanların büyük bir tutkuyla bağlı oldukları ve kitaba da adını veren satranca bakalım. Satrancın ana malzemelerinden olan satranç tahtasının dünyayı temsil ettiğini düşünelim. Üstündeki taşlar ise büyüklü küçüklü Avrupa devletleri, piyonlar, atlar, vezirler... Oyunu oynayan taraflara bakacak olursak, bir tarafta dünya şampiyonu Czentovic karakteri ile temsil edilen Hitler'i görürüz. Diğer yanda ise ona karşı oynayan Dr. B yani müttefik devletler, belki İngiltere. İki kutba ayrılan; büyüklü, küçüklü dünya devletlerinin savaşı, satrançta resmediliyor. Taşlara yön verenler ise savaşan iki tarafın liderleri. Dr. B.'nin Czentovic ile oynadığı ilk oyunda, Czentovic'i  yendiğini, ikinci oyunda ise yanılgıya kapılarak yenildiğini görürüz. Ben, bu  yenilginin,yazarın savaş sonucunu erken tahmin etmesi, müttefiklerin yenileceğine inanmasından ileri geldiğini düşünmekteyim ki müttefik devletlerin yeneceği konusunda biraz ümidi olsaydı, yazarın intihar etmeyeceğine de inanmaktayım.

Bir diğer metafor ise, Avusturya'nın işgali sırasında gözaltına alınan Dr. B.'nin anılarına döndüğümüz bölümde görülür. Bu bölümde, gözaltına alındığı dönemde akıl sağlığını korumak için satranca tutunan Dr. B.'nin, daha sonra aklının içinde kendine karşı oynadığı satrançla akıl sağlığını kaybetme noktasına gelişini, onun ağzından dinleriz. Dr B.'nin anlattıklarından birkaç cümle şöyle; "Çevremdeki korkunç hiçliğin beni boğmaması için, kendimi siyah ve beyaza bölmeyi en azından denemek zorunda kaldım", "Kendime karşı oynamaya kalkıştığım andan itibaren, bilinçsizce meydan okumaya başlıyordum", "Savaşabildiğim tek şey içimdeki öteki ben'di". Aklını iki tarafa ayıran ve hırsla satranç oynatan, adeta savaştıran Dr. B.'nin aklındaki bu bölünme ve savaş, Avrupa'nın kutuplaşması ve içine düştüğü savaş bunalımı ile büyük benzerlikler taşımaktadır. Kendi içinde böylesine bir savaş veren Dr. B. beyin hummasına yakalanırken, Avrupa'da Dr. B.'ye benzer olarak savaşın ateşi ile çalkalanmaktadır.

Kitap, bu metaforlar göz önünde bulundurularak okunduğunda, savaş yıllarını ve Hitler iktidarını eleştiren önemli bir kaynaktır. Kısacık sürede biten ancak akılda büyük yer edinen bu kitap, 2013 yılı için ilk tavsiyem... Ben ise Stefan Zweig okumaya, yazarın, vasat bir portrenin hikayesi olarak betimlediği Marie-Antoinette ile devam edeceğim. Fransa Krallığı dendiğinde hala en çok anılan isim olan, Versay Sarayı'nın her yerine işlemiş olan Marie- Antoinette'i, Zweig'in gözünden görmek, beni hayli cezbediyor...

1 yorum:

  1. Metafor kullanarak yapmış olduğun bu eleştirinde diğer eleştirilerinden farklı olarak daha net bir resim belirdi belleğimde..

    YanıtlaSil