19 Mart 2012 Pazartesi

Voltaire & Candide


   Ortaokul yıllarımızdan itibaren Voltaire’in adını çok duyduk. Deyim yerindeyse Voltaire’i dilimize pelesenk ettiler, aydınlanma ve Fransız devriminin düşünce önderlerindendir diye. Bizlere yıllarca bunu öğretip durdular da ,ne dedi, ne düşündü insanları nasıl aydınlattı, bunları hiç mi hiç öğretme gereği hissetmediler. Sanırım Voltaire gibi olmamızdan doğruları insanların yüzlerine acımasızca haykırmamızdan korktular…
   Lise yıllarına geldiğimizde ise felsefe derslerinde Leibniz’in adını öğrendik, biraz daha meraklı olanlar az buçuk fikriyatını öğrendi ama yine kimse çıkıp da bize Voltaire’de Leibniz’in bu düşüncelerini hicvetmek için Candide’i yazdı demedi. Keşke biri bana o zaman bunları anlatsaydı o zaman belki de ben bunca yılımı ne olacağım, neyi seviyorum soruları ile heba etmez daha erken çizerdim yolumu, daha erken edebiyat ve yazı ile bir araya gelirdim… Bu duruma sağlık olsun demek inanın hiç içimden gelmiyor, okul yıllarımdaki  açığı kapatma fikri aklımı kurcalayıp duruyor…
   Yazının amacı her ne kadar girişte eğitim-öğretim sistemimize sitem de etsem Voltaire ve muhteşem eseri Candide’i tanıtmak. Voltaire kimdir sorusunun cevabını Vikipedi ve benzeri kaynaklarda bir sürü tarihler ile dolu hayat hikayesinden okumak güzel bir tercih olabilir, ama benim tek cümlelik özet bir yanıtım var bu soruya : Voltaire 1600'lü yılların sonlarına doğru doğmuş, çevresindeki insanların onu "Bu cılız ve hastalıklı bedene bu akıl !" tarzı şaşırma cümleleri ile tanımladığı, babası Voltaire'in hep hukukçu olmasını isterken, edebiyatçı olup çıkan, sivri dili ve dürüst cümleleri ile 9 köyden kovulan aydınlanma yazarıdır.  Bu hayat  hikayesinde beni en çok cezbeden kısım, Bastille’de hapis yatmasına, İngiltere’ye sürgün edilmesine, Almanya’dan kovulmasına, İsviçre’ye yerleşmesine ve artık hayatının son demlerindeyken tekrar Fransa’ya çağrılmasına rağmen düşüncelerini törpülemeyi hiç düşünmemesidir, birilerine yaranmak adına lafını esirgeme yanlışına düşmemesidir. Bu özgür düşünceli, sivri dilli adam bana tutuklanan gazetecilerimizi hatırlatıyor. Voltaire’in düşünceleri, yazdıkları dönem insanının onurunu zedelerken, bugünkü düşünce suçları onurdan ziyade çıkarları zedeliyor ve bu yüzden gazeteciler hapse atılıyor. Dünyanın herhangi bir noktasından diğerine 5 saniyede canlı bağlanabilirken, sürgüne göndermenin bir faydası yok eski zamanlardaki gibi. Dolayısıyla düşünceleri susturmanın tek yolu düşüneni hapsetmek.. Sanki Voltaire’in çağı, 18. yüzyıl, bu açıdan daha insaflı…
   Voltaire bir yandan yanlış giden şeyleri, örneğin yönetim sistemini, din adamlarını, hatta kralın metresini bile eleştirirken, diğer yandan döneminin önemli düşünürlerini de eleştirmekten geri kalmamıştır. Bu eleştiriden de en büyük nasibi başta da bahsettiğim üzere Leibniz ve oluşturduğu felsefe almıştır. Leibniz,  Voltaire ile aynı dönemde yaşamış hem büyük bir matematikçi hem de filozof. Leibniz’in felsefesi, içinde yaşadığımız dünyanın, dünyaların en düzenlisi ve en mükemmeli olduğunu savunur.  Voltaire ise bu düşünceyi yerle bir etmek amacıyla Candide’i yazmıştır.
   Candide okuduğum en ilginç kitaplardan bir tanesi ve büyük bir yer edindi aklımda. Çünkü dili o kadar basit ve belki bayağı, hikayesi ise gülünç, abartılı . Bu basitliğin altındaki fikriyat ise yoğun. Ve kitabı bu kurtarıyor hatta sürükleyici yapıyor.  Bunun yanında Candide’in ülkeden ülkeye gezmesi değişik bölümlerde anlatılmış. Aralarda kopukluklar da var. Ancak bu kopukluklar düşünce yapısındaki bütünlük ve doluluk ile örtülmüştür. Ayrıca tiyatro oyunları da yazan Voltaire’in romanında da benzer bir dil, tragedyada olduğu gibi abartılı olaylar, abartılı dil kullanması, aslında romanda inandırıcılık öğesini ön planda tutanlar için bir hayal kırıklığı yaratabileceği gibi, bunu sorun etmeyenler için gayet eğlenceli bir kitap olmasına sağlıyor.  
   Hikaye 18. yüzyılda geçiyor. Felsefe öğretmeni Pangloss’tan, yaşadığı şatodan kovulana dek sadece iyilik felsefesini öğrenmiş, bunun dışında bir şey görmemiş olan Candide’in şatodan kovulduktan sonra başına gelen bin bir türlü kötülük karşısında iyilik felsefesine karşı şüpheleri oluşmaya başlar ve her yeni gittiği ülke de iyiliği bulacağını sanırken daha büyük kötülük ile karşılaşır. Bütün o gezdiği, kötülüklerle dolu ülkeler arasında huzuru sadece Eldorado ülkesinde bulur. Bu ülke bana Thomas More’un Ütopyasını anımsattı. Öyle bir ülke düşünün ki, herkes zengin, hiçbir şey para ile satılmıyor, para kavramı dahi yok…Adalet sarayı, parlamento veya ceza evi yok… Buraya vardığında Candide öylesine şaşırıyor ki,ülkeyi tanıtan bir yaşlı adama sorularından birisi de “peki siz neye inanırsınız, inançlı mısınız?” oluyor. Eldorado halkının inançlı olduğunu ama rahiplerinin olmadığını duyunca Candide’in tepkisi şu oluyor:
“Sizin ders veren, tartışan, yöneten, kavga eden ve kendi düşüncelerinde olmayan kimseleri yaktıran papazlarınız yok mu?”
Ancak sevgilisini bulmak isteyen Candide, bu güzel ülkede de barınamıyor. Tekrar düşüyor yollara. Duraklarından biri de Fransa. Voltaire kendi milletini de abartılı olmakla birlikte pek güzel eleştirmiş kitabında :
“Nüfusun yarısı deli olan eyaletler var; bazılarının halkı çok kurnaz, bazılarının ki oldukça saf, oldukça aptal; bazılarında zerafet sergileniyor; ama hepsinde birinci iş aşk, ikincisi dedikodu, üçüncüsü de gevezelik.
   Sevgilisini ararken daha bir çok ülke gezen Candide’in yolu sonunda Türkiye’ye, İstanbul’a düşüyor. Sevgilisi ile de burada buluşuyor. Artık her şeyin iyi olacağını düşünürken sevgilisinin huysuz, çirkin bir kadına dönüştüğünü fark ediyor. Ama yine de onunla evleniyor. Neden her şeyin kötü gittiğini anlayabilmek için Türk dervişlerini geziyor da bir cevap bulamıyor. Sonunda toprağını işleyip, ürününü satarak mutlu-mesut yaşayan, etliye sütlüye karışmayan bir adamla tanışınca nihai karar alınıyor:
“Fazla düşünmeden çalışalım; bu, hayatı dayanılır kılan tek çaredir.” Kendi evlerinde ve bahçelerinde çalışarak, ülkeden ülkeye, kıtadan kıtaya dolaşarak aradıkları huzurun sahibi oluyorlar .
    Sonuç olarak, Candide kesinlikle okunması gereken bir kitap. Voltaire’in neden hapse düştüğünü, sürgün edildiğini ve neden aydınlanma yazarı, devrim yazarı olduğunu kısacık bir kitapta fazlasıyla anlıyorsunuz.  Ve baştaki sitemime dönecek olursak, keşke bu kitabı okullarımızda okunacak kitaplar listesine ekleseler…





1 yorum:

  1. Forumun bana bisikletli günlerimi hatırlattı. İlk günlere kıyasla son günlerimde çok daha formumda ve bisikletimin parçasıymış gibi hissediyordum kendimi.

    Benim bisikletimle kurduğum bu ilişkiyi sen ve yazılarınla da kurabiliyorum. Yeni bir yıldız doğuyor ve ben bunu hissediyorum.

    Yazılarının ve yazarken aldığın keyfin devamını diliyorum..

    YanıtlaSil