28 Ekim 2011 Cuma

ORWELL'E SELAM OLSUN

Hep istedim George Orwell ile ilgili bir yazı yazmayı. Ama sıra yazmaya geldiği zaman, insan MFÖ’nün şarkısındaki gibi “nasıl anlatsam, nereden başlasam” derdine düşüyor. En iyisi ben size Orwell ile tanışma hikayemi anlatayım. Üniversite birinci sınıfa kadar duymadım ben Orwell diye bir yazar olduğunu. Öyle birinin bu dünyadan geçtiğini bile bilmiyordum. İlk defa bir derste duydum adını da tam bir umarsızlık içinde davranarak – ki şu an bu hareketi hiç yakıştıramıyorum kendime- pek merak etmedim. Okumaya başlama hikayem ise pek kimseye nasip olmayacak cinsten. En sevgili arkadaşım, Orwell’in kitaplarından ikinci en meşhurunu gönderdi bana kargo ile. Bende bu bir işaret olmalı, oku artık dedim kendi kendime. İşte böyle benim Orwell ile tanışmam ve onun dünyasında yolculuğa çıkmam.

Beni bir kenara bırakıp, Orwell’e dönmenin zamanı artık. George Orwell toplam 10 kitap yazmış biri. Bunlardan benim duyduğum ve okuduğum kısım ise şöyle: Hayvan Çiftliği, 1984, Aspidistra, Burma Günleri, Katalonya’ya Selam, Paris ve Londra’da Beş Parasız, Daralma, Papazın Kızı ve Wigan İskelesi Yolu. Hayvan Çiftliği ve 1984 ise en meşhur kitapları. Bende bunlardan biri ile Hayvan Çiftliği ile başladım. Orwell okumaya başlamak için doğru bir tercih Hayvan Çiftliği. Eğer ki o kitabı severseniz zaten devam etme kararı verirsiniz. Hayvan Çiftliği ,insanların zulmünde yaşadıkları çiftliği ele geçiren hayvanların kurdukları sosyalist düzeni anlatıyor. Başta kurdukları eşitlik sisteminin nasıl çarpıldığını ve bozulduğunu gözler önüne seriyor.  Yergi türünün başyapıtlarından biri olan roman aslında açık bir sosyalizm eleştirisi. Ve romandaki baş kahraman olan kötü domuz ise bizzat Stalin. Peki ne Orwell’i bu kadar sosyalizm karşıtı yaptı? Bu kitabı ona nasıl bir tecrübe yazdırdı? Ben bunların cevabını İspanya İç Savaşı deneyimlerini anlattığı Katalonya’ya Selam kitabında buldum. Orwell gazeteci olarak gittiği İspanya’da, milis olarak cepheye gider. Hitler ve Mussolini’nin desteğini alan Franco birliklerine karşı çarpışır. Faşistler tarafından vurulur ve ciddi bir biçimde yaralanır. Bu fiziksel yarası iyileşecektir. Ama onu asıl yaralayan Franco’ya karşı çarpışan ve birlik olması gereken çeşitli sol partilerin birbirine düşmesi ve bu kavgadan Sosyalist Parti’nin üstün gelerek, Marksist İşçi Partisi’ni destekleyen herkesi faşist, işbirlikçi ilan ederek hapse atması ve idam etmesi olur. Orwell’in cephede omuz omuza faşistlere karşı birlikte çarpıştığı arkadaşları idam edilir ve aslında Orwell’de hapse atılmaktan son anda kurtulur. İşte Hayvan Çiftliği’nin arka planında sosyalizm ile yaşadığı bu tecrübe yatmaktadır ve gördüğü bu ikiyüzlülük.

Kitapları okuma sırasına koymak ne derece doğrudur bilmiyorum ama Katalonya’ya Selam kitabının diğer yapıtlar arasında biraz daha ilerledikten sonra okunması gerektiği inancındayım. Çünkü - belki de anı kitabı olduğu için bilemiyorum – Orwell’in romanlarındaki akıcı dil ve sürükleyicilik yok Katalonya’ya Selam’da. Siyasal ortam ve adını bir türlü aklınızda tutamadığınız partilerin ideolojileri ile ilgili derinlemesine bilgiler vermesi de bunun sebeplerinden biri olabilir. Bana göre Hayvan Çiftliği’nden sonra okunması gereken kitap Burma Günleri’dir. Burma Günleri’nin önemi, bir İngiliz olan ama Hindistan’da doğduğu için o toprakları da iyi bilen Orwell’in üstünde güneş batmayan  kıtanın halkının, Hindistan’da kurdukları çirkin ve ayrıcalıklı hayatı anlatmasındadır. Aslında Orwell’in sosyalizme de kapitalizm ve emperyalizme de eşit uzaklıkta durduğunun kanıtı bu kitaptır. Sistemleri aynı kefeye koyar Orwell: ikiyüzlülük barındırdıklarını ve güç peşinde olduklarını bağırır kitaplarında. Kitaplarının sonunda iyilerin kaybedip, kötüler kazanması da bu vurgunun bir dışavurumudur.

Orwell’in en meşhur kitabı ise kuşkusuz Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. İnsanı paranoyaya ve korkulara iten, acaba gerçekten gözleniyor muyum diye düşündüren kitaptır, öylesine sürükleyicidir ve her anı öylesine başka bir heyecana sevk eder ki sizi elinizden bırakamazsınız. İnsanı düşündürür gerçeği anlatıyor bu kitap , gitgide o günleri yaşıyoruz, telefonlarımız dinleniyor, hayatlarımıza müdahale ediliyor ve üzerimizdeki baskı gitgide artıyor diye. Korkutur öte yandan kitaptaki düşünce polisinin varlığı. Bugünde yok mudur düşündükleri yüzünden tutuklananlar, yazdığı kitabı yayımlanamadan polis tarafından toplanıp imha edilen, kendisi de hapse yollanan yazarlar? Düşünmenin suç olduğu bir dünya tasvir eder Orwell, tutulan günlüklerin okunduğu bir dünya... Sevginin, aşkın, duyguların bittiği ve makineleşmenin tavan yaptığı, insanların pompalanan yalan haberler ile kandırıldığı, olmayan savaşlarda, devamlı değişen düşman karşında halkların öldüğü bir dünyayı resmeder bize. İşin ilginci bunu 1948 yılında yapar. Bu kitabı geleceğe açılan bir pencere olması ve yaşadığım hayatı içinde bulmam nedeniyle bende kendimce bir başyapıt olarak addederim. Biliyorum kitapların sonunu söylüyormuş gibi  oluyorum ama bu kitapta da iyiler kaybeder dostlar… İyiler ne zaman kazanmıştır ki zaten, sadece filmlerde değil midir onların başarısı ?

Sıra Aspidistra ve Paris ve Londra’da Beş Parasız’da. Bu iki kitabı bir arada anlatmamın sebebi, ikisinde de fakirlik olgusuna değinmesi ve bunu yaparken de fakirliğin bir tercih olabileceğini vurgulamasıdır. Örneğin, Aspidistra kitabı kendi isteği ile dibe inen, sırf sınıf atlama özentisinde olan orta sınıfa dahil olmamak adına aç kalmayı, kıyafetlerini satmayı yeğleyen bir genç adamın hikayesi. Ama hayatı sonunda onu da o beğenmediği orta sınıfa dahil olmaya zorluyor. İkinci kitap olan Paris ve Londra’da Beş Parasız ise yazarın yoksul ve yoksun olanlar arasında geçirdiği zamanların üzerine yazdıklarıdır. Orwell sokaklarda, yoksul evlerinde berduşlarla, sarhoşlarla yaşamış, bulaşıkçılık yapmıştır, yerden sigara izmaritlerini toplayıp kalan kısımlarını içmiştir. Kitabın en vurucu birkaç cümlesini ise aynen vermek gerekir: “Meteliksiz kalmanın bana kesinlikle öğrettiği bir iki şeyi gösterebilirim. Bir daha hiçbir zaman berduşların sarhoş birer ahlaksız olduğunu düşünmeyeceğim, bir peni verdim diye bir dilencinin bana minnet duymasını beklemeyeceğim, işsizler uyuşuksa buna şaşmayacağım,…, sokakta birisinin uzattığı el ilanını geri çevirmeyeceğim, şık bir restoranda yediğim yemekten tat almayacağım. Bu bir başlangıç.”

50 yıllık kısa bir yaşam Orwell’inki. Görmek ve anlatmak istediklerinin hepsini yazabildi mi acaba diye sormadan edemiyor insan kendine. Ama yazdıkları kadarıyla bile -10 kitap ve sayısız makale aslında, az da değil- yirminci ve yirmi birinci asra damgasını vurdu ve eğer ki dünya batmaz da dönmeye devam ederse Orwell adı da yaşamayı sürdürecek bir kahincesine geleceği gösteren kitapları ile… 

1 yorum: