13 Haziran 2012 Çarşamba

TUR GÜNLÜKLERİ 3: AMSTERDAM


08.06.12
Amsterdam yolculuğumuz için sabah 9'da kalktık. Valizleri kapattık, kahvaltı ettik, yolluk hazırladık ve 11’de çıktık. İşin zor kısmı valizleri trene götürmekti. Benim valizim yaklaşık 25 kiloydu, ben artık ona alışmıştım. Tuğba’nın valizi de 15 kilo vardı ve babasına aldığı şaraplar ile belki daha da fazla. İşin kötüsü tekerleklerden biri de çalışmıyordu. Götürmek istediğin yere gitmesi için büyük efor vermek lazımdı. Bir şekilde trene ulaştık ve 12.25 Brüksel trenimize bindik. 13.45’te Brüksel'deydik. Amsterdam’a direkt giden trenlere bilet bulamadığımız için Brüksel’de aktarma yaparak daha yavaş ve konforsuz bir trene bindik. Valizleri koyabileceğimiz bir yer yoktu. Koridorda da bırakamazdık çalınma ihtimali vardı, devamlı anons geçiliyordu. Biz de iki koltuk arasına sıkıştırdık valizleri Tuğba’yı da oturttuk o koltuklara yolculuk başladı. İlk bir saatlik konforlu yolculuğun ardından 3 saatlik konforsuz yolculuk bizi biraz yordu. Tuğba’nın ayaklarını sarkıtamamaktan dolayı bacakları tutuldu ve biraz da midesi bulandı. Ama ilk tren yolculuğu olduğu için bence bu çok az bir reaksiyon. Amsterdam’a böylece vardık ilk iş hostelimizi bulabilmek adına Turist Ofisi’nden harita istemek oldu. Ancak haritalar 2.5 euroydu. Almadık, bir yere oturduk ve nasıl gidebileceğimizi düşünürken bilet bayiinde çalışan, yol tarifinde yardımcı olan bir Türk çocuğa rastladık. Hollanda doğumlu bu çocuk, bize hem bedava bilet verdi –ki bir bilet 2.60 euro, dolayısıyla bize bilet vermesi çok ince bir davranıştı- hem de nasıl gidebileceğimizi tarif etti. Bedava biletlerimizle metroya bindik. Metrodan inince hostelimiz 100 metre uzaklıktaydı. Shelter City Hostel isimli hostelimiz Hristiyan hosteli , dolayısıyla kız erkek karışık odalar yok. Güvenli, giriş kartını göstermeden hostele giremiyorsun. Biz 16 kişilik bir odada kalıyoruz.  Odamız çok kalabalık ve biraz sıkışık ama çok da sıkıntı değil, herhangi bir yerde uyunabilir, çünkü bu interrail. İlk geldiğimizde hemen ailelerimizi arayıp haber vermeye çalıştık vardığımız ancak internetimiz çalışmadı, resepsiyondaki adama bir problemimiz var diye gittiğimizde ise hep problem olur diyerek bizi hiç sallamadı. Sonra bu işin olmayacağını anlayarak bilgisayarı da alıp Mc Donalds aramaya koyulduk, oranın internetini kullanmak için. Mc Donalds bulduk interneti yoktu, tek şansımız Mc Donalds’ın karşısındaki Güllüoğlu Amsterdam kalmıştı. Oraya girdik, bir yandan baklava yeyip, demleme çay içerken- ki bu 4 aydan sonra çok büyük bir lüks- bir yandan da internete bağlanıp, bölük pörçükte olsa ailelerimizle konuştuk. Sonra yanımıza oturan Türk Hanım ve eşi ile tanıştık. sohbet ettik. Evlilik yıl dönümlerini kutlamak adına dışarı çıkmışlar, arkadaşları ile buluşacaklarmış ama telefonun şarjı bitip kapanınca bir türlü haberleşip buluşamamışlar. Bilgisayarımızdan telefonunu şarj eden adını bilmediğimiz hanım, daha sonra kocasını gönderip bize bugünkü Hollanda maçı için formalar aldı. İkimizin de birer tane Hollanda forması vardı artık. Onun sevinci ile odamıza döndük. Kahve yaptık kendimize, kahvelerimizi bahçede yudumlarken bir de güzel şarkı açtık bilgisayardan… Sonra birden bir ekran açıldı bilgisayarda ortak ağa bağlan diye. İnternetimiz kendiliğinden olmuş, bağlanmıştı işte…İyi başlayan, sonra tersine dönen şanssızlaşan, sonra tekrar iyileşen bir gün oldu bugün..Ama çok da güzel oldu…

09.06.12
Amsterdam’daki ilk gezi günümüzde hava çok soğuk ve yağmurluydu. Sabah hostelde kahvaltımızı edip, öğlen yemeğimizi hazırlayıp çıktık. İlk hedef Madam Tussaud Müzesi’ydi.  Müze girişinde aman aman bir sıra yoktu, 10 dakikada içerdeydik. Girişte verdiğimiz 20 euro biraz canımızı sıksa da eğleneceğimizi biliyorduk. Bileti alınca Obama ile resmimizi çektiler. Sonra ilk heykelleri gördük, Lenin, Churchill vs. devamında kraliçeler ve Lady Diana. Akabinde ünlüler salonu: George Clooney, Robbie Williams, Robert Pattinson, Johnny Deep, Brad Pitt& Angelina Jolie, Jennifer Lopez, Lady Gaga. Hepsiyle bolca fotoğraf çektikten sonra devam ettik. James Bond serisinin 3 adamı: Sean Connery, Pierce Brosnan ve Daniel Craig. Onlarla smokinli, ardından Michael Jackson’la şapkalı fotoğraf çekildik, Mona Lisa’nın tablosunun içine girdik, Dali’nin bıyıklarını okşadık. Ama sonra bitti, müze sandığımız, umduğumuz kadar büyük değilmiş.. Madam Tussaud’dan çıktık ne yapsak diye sokaklarda dolanıyorduk ki, gündüz gözüyle Red Light’a gitmeye karar verdik. Red light o saatlerde boştu, içinden geçtik. Hala yapacak bir şey yoktu, bize övdükleri, yere göğe sığdıramadıkları Amsterdam, bu kadar olamazdı. Daha gün uzundu ve birşeyler yapmamız gerekiyordu, biz de Heineken deneyimini yaşamak istedik ve bira fabrikası gezisine çıktık. Günümüzün en keyifli kısmı oydu. Arpanın öğütülmesinden başlayıp, içilen biraya giden yoldaki tüm dönüşümlerini öğrendik. Artık hava iyice soğumuştu hostelimize geri döndük. Hava kararana kadar hostelimizin bahçesinde oturduk, çalışanlarla muhabbet ettik. Gece Red Light’ı görmek için tekrar çıktık. Kadın satmayı şova dönüştüren Hollanda’yı kutlamak lazım. Dapdaracık sokaklarda bedenini önce sergilemek sonra satmak zorunda kalan kadınlara ağzı sulanarak bakan erkekler gördük. Ot içenler, etrafta yürüyen diğer kadınlara da sarkıntılık yapanları da gördük. Bütün kadınları potansiyel seks malzemesi olarak gören andavalların hepsi oraya toplanmıştı. O sokaktan ve kalabalıktan olabildiğince hızlı uzaklaştık ve ertesi gün zinde kalkabilmek adına hostele geri döndük...

10.06.12
Bugün bir balıkçı kasabası olan, Amsterdam’a otobüsle yarım saat uzaklıktaki Volendam’a gittik. Volendam, Amsterdam’ın kalabalığının ve gürültüsünün ardından sakin, şirin, çok güzel evlerin olduğu bir kasabacık. Deniz kıyısında balık satılan ufak dükkancıklar var ve Hollanda’nın balıklarını deneyebiliyorsunuz. Balıkları denedik, biz biraz ucuzundan aldığımız için süper taze değildi ama idare ederdi. Deniz kenarında kuşları da besleyerek yedik yemeğimizi, açıklarda yelkenliler dolanıyordu. Ayrıca yine şanslıydık ki; yöresel kıyafetlerle gezen 10 kadar teyzeye rastladık ve onlarla resim çekildik. Göreceğimizi gördükten sonra, hiç istemesek de Amsterdam’a karmaşaya, sokaklardaki ot kokusuna geri döndük.  Gitmemiz gereken 2 hedef kalmıştı : 
1. I Amsterdam
2. Hard Rock Cafe
I Amsterdam’a doğru yürüyüşe geçtik ama  biraz yolları karıştırdığımız için, Museumplein’i aştık ve Vondelpark’ın oraya geldik. Vondelpark’tan geri döndük, I Amsterdam’ı bulduk.. Herkes gibi biz de resim çekilerek bir klişeyi yerine getirdik. Sonra Hard Rock Kafe’yi bulduk inanılmaz kalabalıktı, bakındık ve çıktık. Bugün de yapmamız gerekenleri yapmış olmanın huzuru ile hostele döndük. Kendimize marketten kocaman bir paket tiramisu aldık ve mideye indirdik, Yalan Dünya’nın son bölümü eşliğinde. Bizim de güne güzellik anlayışımız bu ne de olsa…

11.06.12
Bugün yolculuk günü!  Akşam 7’de Berlin’e doğru yola çıkılacak, çok yorulmamalıyız. Çünkü yolculuğun nasıl şartlar altında olacağını bilmiyoruz. Sabahtan hostelden check- out işlemlerimizi yapıp valizlerimizi valiz odasına bıraktıktan sonra bahçe keyfi yapıyoruz, bahçedeki havuzun şırıltısı eşliğinde Berlin’de neler yapılabilir onları konuşuyoruz. Sonra çiçek pazarına yol alıyoruz, lale soğanları, evinde yetiştirebileceğin uyuşturucular vb. bir çok bitkinin kök hali. Sonra açlığa yenik düşüp Mc Donalds’ta yemek yiyoruz. En pahalı Mc Donalds’lardan biri de Amsterdam’daki. İstediğiniz sos başına 50 cent alıyorlar. İçindeki tuvalet dahi paralı. Yemeğimizi yedikten sonra hala hostele dönmek için iki saatimiz var ve Amsterdam’daki son iki saatimizi güzel değerlendirmek adına kanal turu yapıyoruz. Her ne kadar ben bir kısmında uyusam da yine de vaktimizi kötü değerlendirmemiş oluyoruz, son son Amsterdam’ın aşağı yukarı her yerini tekrar görmüş oluyoruz. Sonra hostele dönüş, bir kahve molası… Ailelerle haberleşme faslı..Ve yola çıkış… En uzun yolculuğumuz olacak Berlin yolculuğu, tam 9 saat…



1 yorum: