18 Haziran 2012 Pazartesi

TUR GÜNLÜKLERİ 5: PRAG






Prag Baharı’na çok geç kalmıştık, yıllar yıllar geçmişti üstünden ama yazına yetiştik. Yeni bir güne başladık kentle umarsızca.  O eski kokan, hiç değişmemiş sokaklarında yürüdük, her köşe başından tarih sızıyordu usulca. Kafka’nın peşi sıra yürüyordum caddelerde. Adımlarını sayıyordum, adımlarını izliyordum, gölgesine saklanıyordum. Her döndüğümüz sokakta benzer güzel evler, benzer taşlı caddeler, bitmeyen bir labirent gibiydi Prag. Kafka’nın izini kaybedip şehrin göbeğine düştüm birden. Prag’ın eski zamanlarından sıyrılıp Mc Donalds’a, New Yorker’a erdim… Sevmedim o kapitalizm kokan caddeleri. Başladım tekrar Kafka’yı aramaya. Ayaklarım beni Charles Köprüsü’ne kadar getirdi. Uzaklara bakmak Kafka’yı bulmak için kuleye tırmandım… Yol bitmedi, ayaklarım ağrıdı. Dönüyordu merdivenler, dönüyordu başım.. Sonuna erememiştim bir türlü merdivenin, Şato’nun bitmeyen yollarında gibydim. Işığı gördüm ama sonunda vardım tepeye. Tüm Prag ayaklarımın altındaydı Vltava Nehri akıyordu gürül gürül. Yoksa Yargı’daki gibi intihar mı etmişti Kafka’da babasından dolayı? Bu cevapsız sorular aklımı kurcalıyordu, bir cevap arıyordum kulede dönenip dururken. Uzaklarda bir duvarda Kafka yazısını gördüm sonra, sanki ilahi bir işaretti bu, ya da bir davetti. Kafka bana mesaj göndermişti belki de. Öğlen sıcağının altında Charles köprüsünü geçtim, insanlar kalabalık yapıyorlardı, elele tutuşuyorlardı. Yolumu kesiyorlardı. Gitmemi engelliyorlardı sanki, kimseyi bulamayacağımı söyleyip duruyorlardı. İnatla kalabalığı yararak yürüdüm. Köprüyü aştım, nehir kıyısına doğru olan evlere yürüdüm. Pembe tek katlı ufak bir bina gördüm. Yine bir yazı var duvarda: Kafka. Burası olmalı, burada olmalı dedim içimden. Korku dolu adımlarla girdim içeri. Giriş katı boştu ve karanlıktı. Üst kata doğru ilerledim. Duvarda bir yansıtma ; Prag sokaklarının eski hali. Bu kesin Kafka’nın işi. Bana eski zamanları gösteriyor. Resimler hızlı akıyor, resimler kayıyor, dağılıyor, gözlerimden dökülüyor. Anlayabildiğin kadarıyla diye sesleniyor Kafka odanın diğer karanlık köşesinden. Kırmızı ışıklandırmalı merdivenler yapmış evine sanki cehenneme iner gibi iniyorum odanın başka bir ucundan aşağı… Merdivenin karşısına da bir ayna koymuş, cehennem çukuruna bir adım uzaktasın der gibi.  Sonra girdiğim odada bir ahize var. Kaldırıyorum ahizeyi, Çekçe konuşuyor benimle. Anlamıyorum diyorum, anlamıyorum… Etrafıma bir bakıyorum ki, oda dosyalardan oluşuyor, tavana kadar dolaplar, herkesin kaydı tutulmuş. Adımı arıyorum dosyalarda, K. ile olan yakın ilişkimden dolayı bende fişlendim mi diye… Koridorlar boyunca dolaplar aşıyorum, hiç sonu gelmeyecekmiş gibi. Sonunda bir açıklığa varıyorum; bir alet var ortada. Suçlarımı sırtıma kazıyacak alet, Cezalılar Kolonisine çıkmışım meğer, dolaplardan kaçmaya çalışırken… Beni alete bağlamaya çalışırlarken, kaçmayı başarıyorum. Karanlıklardan gün ışığına vardığımda bitkinim. Kafka’yı buldum, ama bulduğumda kaçmaya başladığım düşünceler yüzünden kaybettim. Elimde korkularımdan başka bir şey yok. Ve de güneş.. Kaçmam gereken ama kaçamayacağım 2 şey… Sığınabileceğim bir yer umuduyla tırmanıyorum, Prag Kalesi’ne varıyorum. Kalenin soğuğuna sığınmak isteği içimde. Kapıları kapalı sıkı sıkı. Ama orada bir manzara var ki… Bütün Prag tekrar ayaklarımın altında. Gözlerim tekrar Kafka’yı arıyor… Orada işte, o da kaleden aşağı iniyor Bay K. kimliği ile. O an anlıyorum ki, Prag Kafka’sız, Kafka Prag’sız olamazdı, tıpkı benim Kafka’sız olamayacağım gibi.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder